CİHANGİR

Yine Cihangir güneşinin besili kedileri ısıtıp tantuni kıvamına getirdiği saatler.... Ara sıra avrupa’da saray yaşantısını anlatan orijinal, bandrollu kitabımı indiriyor ve sokağı gözlemliyorum. Deterjanla yıkanmış kaldırımlarda kimsenin ismini söyleyemediği o parfümleri kullanan kadınlar yürüyorlar. Küçük pierre ve daha bir küçük petite fransızca şarkılar söylüyor, onların büyülü sesi köşem kuruyemiş’in bitişiğindeki kafede yankılanıyor, kafe milletinin entelektüel sohbetlerine arka fon oluyor.

Sokakla bütünleşiyor kafeler burada. mahalle bakkallarında senaryo çalışması yapılıyor, altın günlerinde eve ressam çağırılıyor. Diğer yerlerin aksine eve birisini atmak gerekiyorsa buralarda heykeltraşlar , ressamlar öncelikle tercih ediliyor. Cnn muhabiri yine menemen yerken, spor haberlerini sunan güzel bayan frappuccino yudumluyor; adı söylenemeyen parfüm tüm mahalleye yayılıyor. Buralarda herkes bir şeyler yer , herkes bir şeyler içer ve en önemlisi herkes ünlüdür. “usta bize iki çay” dediğin adamın bakışlarından “sen benim tolstoy külliyatını yalayıp yutmuşluğumdan haberdar mısın genco?” ifadesi açıkça okunabilmektedır.

harikalar diyarında tatlı tatlı siesta yaparken , bir kez daha bandrollü,asla ve asla korsan değil, kitabımı indiriyor ve etrafı süzüyorum. İşte o anda eskilerden kalma bir görüntüye rastlıyor, o siyah beyaz resimlerde gördüğümüz ama çıkartamadığımız o eski dost vardır ya, işte tam da onu görüyorum. Sanki yaşayanların arasından geçip giden bir hayalet gibi. Arkadaşları ile bir köşe başında dikiliyor ; ama o kadar emanet duruyor ki orada. Burada her köşebaşında kültür vardır, pahalı pahalı mantarlar vardır. Oysa bizim mehmet’i(adını anımsıyorum, aslında hiç unutmamışım) oraya fotoşopla koymuşlar gibi. o köşebaşı mehmet’in köşesi değil. Orası konsolos çocuklarının , serbest dolaşım hakkı olan ecnebi arkadaşların köşesi. Gidip bunu mehmet’e söylemek istiyorum: “çekil oradan, çekil şimdi görecekler!“ demek istiyorum, yapamıyorum . nefesim kesiliyor. Sadece izliyorum . sadece onu değil birlikte geçirdiğimiz günleri de...

her yerde suç var, o dedektif filmlerindeki gibi kara ve kirli bütün şehir. Güneş kimseyi aydınlatamıyor o zamanlar. Ben , mehmet ...birkaç kişi daha var adını hatırlayamadığım. En büyük olmak istiyoruz . Şeker, çikolata ve jelibon sektörünü tekelimiz altına almak üzereyiz. İşler şimdiki gibi kolay yürümüyor ve memleket ciddi bir darboğazda. Tıpkı Al Capone gibiyiz, kriz ortamından faydalanıp korkulan, fiyakalı adamlar oluyoruz. Gözükara savaşçılarız, önümüzde kimse duramıyor. Biz güçlüyüz, biz boyun eğmeyiz. Eğer birisi bizim bölgemizde horozlanmak isterse onun canını okuyoruz, kimse bizim çöplüğümüzde ötemiyor.

Dünyayı egemenliğimiz altına almamıza çok az kalmış. Sert çocuklar olarak tıfılların çantalarını havada atıp tutuyor , onlarla ortada sıçan oynuyoruz. Kamyoncu, vücut geliştirmeci hatta mafyacı arkadaşlarımız bile var. süper güç olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz. Her şey planladığımız gibi giderken birden kader ağlarını örmeye başlıyor. Yine rutin dayaklarımızdan birini atarken bir anda bir el iniveriyor ve beni durduruveriyor. Bana , “ buradan gidiyoruz artık, bırak çocuğun boğazını sıkmayı da git eşyalarını topla “ diyor... O günden sonra hiç kavga etmiyorum..

Ah o an öylece beklemesem , kalkıp yanına gidebilsem...acaba bana ne derdi?
“beni yarı yolda bıraktın, gittin...nasıl yaptın bunu ikimize. Oysa şekerleme dünyasında bir ilah olacaktık, yeraltının tatlı prensleri olabilirdik. ‘Biz’ e bunu nasıl yaptın, nasıl ha nasıl?
Sen gittikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. İşleri tekrar yoluna koyamadık, yılların emeği çöpe gitti. Mesleği bırakmaya karar verip incil dağıtan gangster eskisi gibi hissettim kendimi. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun ha,sana soruyorum biliyor musun? Öylece çekip gittin. Arkana bile bakmadın. İlk başlarda geri döneceğini sanmıştık ama baleye yazıldığını duyduğumuzda geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini anladık. İşte seni tamamen kaybettiğimizi anladığımız an buydu. Zaten sonra da şiir albümü çıkaracağını haber aldık, ellerimizden kayıp gittin o anda...
ahh...yüzüme bak ! hala içinde birazcık da olsa ‘biz’ barındırıyorsan şimdi beni rahat bırakırsın. Hayallerimde yaşattığım o küçük ama yürekli adam olarak kal. Hadi şimdi git, zorlama beni. Biliyorsun küfür dağarcığımın genişliğini. Hadi git buradan... Seni hep güzel hatıralardaki halinle hatırlayacağım. Seni, o eski seni, başka bir gerçeklikte yaşatacağım. Eskiden yaşadığımız şeyler hala güzel birer hatıra olarak kalacak bu sayede, tiksinmeyeceğim senden.
Gidip Battlestar Galactica izlemeni, etrafındakilere gülümsemeni istiyorum. Bizler de gülümseyeceğiz , hayata devam edeceğiz sanki yaşıyormuşuz gibi davranacağız. Sen kendi dünyanda yaşayacaksın , biz de bizimkisinde yaşamaya çalışacağız. Bir daha da kesişmeyecek yollarımız , bu son sefer. Belki bir gün aynı kaldırımdan yürürüz farklı istikametlere. Bir an göz göze geliriz ve öylece devam ederiz, en fazla o kadar...”

Kafasını çevirdi, gördü beni. Bir an için dudaklarını kıpırdattı sandım. Bana bir şey söylemek ister gibi. sonra anladım ki bana küfür ediyordu. Öylece baktı ve devam etti, oysa o an “gel” deseydi, giderdim. Bırakırdım kedileri, Cihangir güneşini, dar sokakları ve Tolstoy seven çaycıyı . koşardım ona doğru rüzgarda süzülen bir ok gibi...ama çağırmadı işte...yerime oturup Avrupa saray yaşantısını okumaya devam ettim, sanki yaşıyormuşum gibi...

0 İtiraz: