lüzumsuz


bazı sahnelerini geriye sarıp minimum üç kez daha izlediğim romantik komedi filmlerinin zıttı yaşanıyor sanki şu pencerenin dışında . paralel dünyalara inandığım kadar bu dünyalardan en boktanının şu an bu yazıyı yazdığım dünya olduğunu düşünüyorum ve bundan da eminim sanki. Bazı anlar gerçekten çok manasız. Hatta ” ne gereği vardı ki şu yaşadığım anın , ömrümden zaman çalındı lan yok yere” diyorum . işte bu yaşadıklarıma en çok da mevcudiyetime anlam yükleyememe durumu beni çok incitiyor. Yok yere adım “ağlak” a çıkıyor, ağlayan palyaço benzetmesini yapan edebiyat pekiyi mezunu gençler görüyorum her yerde; gözlerim açıkken ve de kapalıyken.

hayat zor, yaşamak zor .... “yaşamayı beceremediğim anlar oluyor” demeyeceğim , part time bir mevzu değil bu ki bu “bazı anlar” deyip geçeyim.

Siz nasıl küçük şeylerden mutlu oluyorsunuz, nasıl yetinebiliyorsunuz , nasıl ha nasıl!? yahu siz neden sorgulamıyorsunuz bir türlü anlayamıyorum. İçinize mi atıyorsunuz, yoksa bunu bir güçsüzlük beyanı olarak mı görüyorsunuz da ses etmiyorsunuz hiç? Neyin peşindesiniz olm? El ele tutuşup şarkı söyleyen sarışın elm sokağı kızları gibi beni çember içine alacaksınız diye ödüm patlıyor. yoksa bütün bu olanlar bana karşı bir komplo mu? Truman show mu yoksa show tv mi? kameraya el sallamak mı? elim girsin o kameraya !

Bazı anlar var ki alpay ‘a katılıyorum ve çok hüzünleniyorum. öyle ki o an sahilden geçen bir vapur takviyesi ile nuri bilge ceylan'ın kamerası bir altın palmiye çıkarır bu anlardan . en kötü , jüri özel ödülü alır diyorum bak!

Yaşamayı becerememek eşittir (=) yaşamak istememek değil bak, dikkatinizi çekerim. Aksine verin 100 yıl +armor+gold yaşayıp giderim aldırmadan şu kepaze dünyaya. Mazohistim belki de ondandır ama heidi’deki clara değilim, oblomov hiç değilim.

“Her şey zamanla düzelir” desen bilime aykırı . benjamin button muyum ben , zamanla düzelsin?

Çalışsam yaparım ekolünden gelsem de , afrika’da zenci işçilerin çıkardığı bir elmas kadar değerli olduğumu sansam da biliyorum ki aşılamayacak tepeler var, hani şu savaşlar sırasında asla fethedilememiş efsane tepeler gibi ...haddimi biliyorum aslında ben ve ne yazdığımın farkındayım...

Bazen küçük bir umut görüyorum “eski kitaplar”ın arasında ve yine “hadi rocky , hadi kalk!!!” diyorum .

Ben ne yazdığımın farkındayım...ama bu yazıyı da bağlayamadım arkadaş! Dedim ya çalışsam yaparım ekolünün kibirinden sıyrılmak lazım. Mesela üstad sait faik gibi yazamam , nobel alırım belki ama sait faik gibi yazamam. 100 yıl yaşamak da değil derdim ama işte anlatamıyorum onun gibi. Üstad lüzumsuz adam’da nasıl kibar , nasıl güzel anlatmış onu yazayım bari bitmeyen bu yazıya anlam katabilmek için:

“bir an ne düşündüm , bilir misiniz? Şu bizim dükkanla evi satayım. O sazlı gazino yok mu hani, söz açtığım? Orada dışarı siparişlerini veren kız vardı ya.-hani alnı dar olanı- onu metres tutayım. Bir sene sonra da öleyim.

bineyim bir boğaziçi vapuruna günün birinde . bebek’le arnavutköy önlerinde arka taraftaki oturduğum kanepeden kalkayım, etrafıma bakayım; kimseler yoksa, denizin içine bırakıvereyim kendimi.”

0 İtiraz: